Evrim Teorisinin «Şuursuz İlahı» - Doğal Seleksiyon

  <<< Önceki Sayfa <<<


Tabiî seleksiyonu Darwin ve ondan sonra gelenler, «canlılarda meydana gelen faydalı değişiklikleri muhafaza edip zararlıları ayıklamak» şeklinde tarif etmektedirler. Daha önce de temas ettiğimiz gibi, tabiî seleksiyon adı verilen mefhumun, işleyebilmek için meydana gelmiş değişikliklere ihtiyacı vardır. «Faydalı değişmeler olmaksızın tabii seleksiyon hiçbir şey yapamaz» (Charles Darwin, The Origin of Species, s.132) derken, Darwin de bu ihtiyacın farkındaydı. Fakat tesadüfe bağlı değişmelerin, faydalı olarak vasıflandırılsalar bile, tek başlarına hiçbir iş başaramayacakları da aşikârdır. Bir türün bir başka türe değişebilmesi, bir canlının farklı bir vücut yapısı kazanabilmesi, yeni ve değişik organlara kavuşabilmesi için, değişmelerin bir hedefe yönelmiş ve birbirini tamamlayacak şekilde meydana gelmesi gerekir. Türlerin Menşei adlı kitabından aşağıya aldığımız satırları yazarken Darwin bu ihtiyacın farkında gözüküyordu:

"Doğan yavruyu ana-babasından ayıran küçük farkların sebebi ne olursa olsun (ki bunların herbirinin bir sebebi olmalıdır), böyle farklardan faydalı olanlarının tabii seleksiyon yoluyla birbiri üzerine eklenmesidir ki, önemli yapı değişmelerini ortaya çıkarmıştır." (A.g.e., s. 203-4)

Önce bu ifadelerdeki «faydalı farklar»ın altını çizelim, Tabii seleksiyon «faydalılık» esası üzerine işlemek zorundadır; bu kriteri elinden aldığınız takdirde ne yapacağını bilemez. Öyleyse canlı vücudunda meydana gelen her bir farklılaşmanın bir önceki durumdan daha istifadeli bir hal ortaya çıkarması gerekir ki, bu fark muhafaza edilsin ve üzerine yeni farkların ilâve edilmesini beklesin. Meselâ yarı yarıya gelişmiş bir gözde meydana gelecek bir farklılaşma, gözü yüzde 51 verimli hale getirmeli, arkasından gelecek fark bu oranı yüzde 52'ye çıkarmalı ve değişmeler birbirine aynı istikamette böylece eklenmelidir. Eğer grafikte inip çıkmalar cereyan ederse, gözün de tabii seleksiyonun hışmına uğraması kaçınılmaz olacaktır. 

Oysa bugün kompleks sistemler hakkında sahip olduğumuz bilgi, böyle bir sistemde böyle yavaş ve küçük değişikliklerin mümkün olmadığını göstermektedir. Bir radyo modeline, bugün bir lamba, seneye bir tel parçası, bir sene sonra daha başka bir cihaz eklemek suretiyle uzun seneler sonra nihayet daha iyi bir model belki elde edebiliriz, ama bu safhaların her biri, tek başına radyoyu daha iyi bir model yapamaz. Daha iyi bir model elde edebilmek için, bütün değişiklikleri bir anda yapmak mecburiyeti vardır. Eğer radyo modeline yaptığımız şeyi bir canlı vücudunda denemeye kalksak, Darwin'in tabii seleksiyonu hemen devreye girer ve oyunun sonunu beklemeksizin, canlı vücudunu hayat sahnesinden siliverir! 

Gerçi Darwin, teorisindeki bu gediği de biraz olsun fark edebilmiş ve aynı kitabının başka yerlerinde, «başlangıçta hiçbir faydası olmayan farklılaşmaların da muhafaza edildiğini» ve böylece, tek başına canlıya bir fayda sağlamayan değişmelerin, birike birike işe yarar bir farklılaşma doğurduklarını söylemiştir.(A.g.e., s.232) Bu suretle faydası olmayan, ama zararı da dokunmayan değişmeler tabii seleksiyonun pençesinden kurtarılmak istenmektedir. 

Darwin'in meseleyi bu kadar kolaylıkla izah ettiğini sanması, bir bakıma, 19'uncu yüzyılın canlı vücudu hakkında bugüne nispetle çok az bilgi sahibi olmasıyla açıklanabilir. Zira, tabiatperest muasırları gibi Darwin'in de gözünde konu o kadar basittir ki, «aşırı miktarda değişmelere ihtiyaç yoktur. İnsanlar, herhangi bir hedefe müteveccihen küçük değişiklikleri birbirine ekleyerek büyük neticeler elde edebildiklerine göre, insanla mukayese edilemeyecek kadar geniş zamana sahip olan tabiat da aynı şeyi çok daha kolaylıkla yapabilir.»(A.g.e., s.132)  

Gerçekten «az miktarda» değişikliklerin bir işe yarayıp yaramayacağına ve tabiatın «kolaylıkla» bu işin altından kalkıp kalkamayacağına da bir göz atalım. 

Darwin'den bu yana çok şey değişmiş, elde edilen yeni bilgiler karşısında evrimciler bile, bu teorinin «az miktarda» değişiklikler üzerine bina edilemeyeceğini itiraf etmekten kaçınamaz olmuşlardır. Japonyalı bilgin Motoo Kimura, yalnız insanda, her birkaç senede bir molekülün yeni ve devamlı bir farklılaşmaya uğraması gerektiğini hesaplamıştır. Ünlü İngiliz asıllı genetik bilgini John Burdon Sanderson Haldane'in (1892-1964) hesaplarına göre ise insan nesli, ancak 1000 senede bir molekül değişikliğine dayanabilir. Daha süratli bir değişme, «tabii seleksiyon» sebebiyle insan neslinin tükenmesinden başka bir netice doğurmayacaktır. Oysa evrim teorisi, bundan çok daha süratli mutasyonlara muhtaçtır. Görülüyor ki, tabii seleksiyonun faydalı olmayan, ama zararlı da olmayan değişiklikleri yerinde bırakması bile Darwin'i haklı çıkarmaya yetmemektedir. Mutasyonların, evrimcilerin istediği şekilde işlediğini var gibi kabul etsek bile, teoriye işleme fırsatı verebilmek için tabiî seleksiyona birkaç yüz milyon sene izin vermekten başka çare yoktur. 

Ne var ki, bütün gayretlere rağmen, tabiî seleksiyona böyle bir tatil yaptırmanın çaresi bulunamamış, evrim teorisinin temel taşı olan bu mefhum zamanla teorinin âdeta katili haline gelmiştir. 

Böylece, evrim teorisinin geçerlilik kazanabilmesi için (1) mutasyonların az sayıda cereyan etmesi, (2) bu değişikliklerin de azami iktisatla kullanılması ve faydalı olanların faydasız veya zararlılara çok üstün gelmesi, (3) faydalı değişikliklerin de bir hedef istikametinde, şuurlu olarak meydana getirilmesi gerektiği, bizzat evrimcilerin de teslim ettikleri şartlar olarak karşımıza çıkmaktadır. Birinci şart olan az sayıda mutasyonun ortaya evrim diye bir şey çıkarmasına imkân olmadığını, yukarıda yine evrimcilerin hesaplarından takip ettik. (Bir de geçmiş bahislerdeki ihtimaliyet hesaplarını hatırlarsak, evrim için kâfi miktarda sayılabilecek kadar çok sayıda değişmelere, kâinatın ne ömrünün, ne de sınırlarının yetmediğini kolayca görürüz.) 

Faydalı değişmelerin zararlı değişmelere galebesi ise bir şuur ve plan dahilinde mümkündür. Hele bütün bu faydalı değişikliklerin bir maksada doğru gerçekleştirilmesi, dehâ kelimesiyle dahi tarif edilemeyecek kadar üstün bir ilim ve şuurun neticesi olabilir. Oysa evrim teorisinin Darwin'den sonra en önde gelen isimlerinden olan Rus asıllı Theodosius Dobzhansky'nin (1900 1975) ifadesiyle tabii seleksiyon, «organizmayı yavaş yavaş ve aşama aşama geliştiren, çevresine daha iyi intibak etmesini sağlayan şuursuz bir yaratıcı işlemdir.»(Nigel Calder, The Life Game, s.96) «Hem şuursuz, hem yaratıcı nasıl olur?» diye sormayın. Evrim teorisinin hatırı için daha neler olur, göreceğiz. Darwin'in ifadelerine bir göz atalım:

Tabii seleksiyon her gün ve her saat bütün dünyayi taramakta, en önemsizleri de dahil olmak üzere bütün değişmeleri dikkatle incelemekte, kötüleri reddedip iyileri seçmekte ve biriktirmekte; nerede ve ne za man bir fırsat bulsa, sessizce ve hiç fark ettirmeden, her bir canlı varlığı hayatın organik ye inorganik şart larına daha iyi intibak ettirmek için çalışmaktadır. (Charles Darwin, The Origin of Species, s. 133)

Bu ifadeleriyle Darwin, tabii seleksiyon adı altında son derece şuurlu bir varlık tarifi yaparken, aynı zamanda evrim teorisinin delil kıtlığı çekmesinin sebebini de açıklamış oluyor : tabii seleksiyon, gece yarısı eve giren bir hırsız gibi, «sessizce ve hiç fark ettirmeden» çalışmaktadır! 

Tabii seleksiyonun böylece ne işler başardığına dair Darwin'in verdiği misallerden birkaçı : 

Tabii seleksiyon bir böcek larvasını, gelişmiş bir böcekten tamamen farklı bir seri kılığa sokabilir. (A.g.e., s.135)

Canlının hayatı boyunca tek bir defa kullandığı bir organı bile, eğer fazla öneme sahipse, tabil seleksiyon herhangi bir ölçüde geliştirebilir. Meselå bazı böceklerin sadece kozayı delmekte kullandıkları büyük çeneleri veya bazı kuşların sadece yumurta kırmalarına yarayan sert gaga uçları gibi.(A.g.e., s.135)

Bu ifadelerinde Darwin'in, Dobzhansky'den biraz daha «şuurlu» davranarak hiç değilse tabiî seleksiyona şuursuzluğa mal etmediğini görüyoruz. Bilâkis Darwin'in tabii seleksiyonu, bir canlının hayatında bir defa kullanacağı bir organı bile düşünüp geliştirmekte, «herkesi hayrete düşürecek kadar» şuurlu davranmaktadır: 

Gerçi göz gibi son derece mükemmel bir organın tabii seleksiyonla teşekkül etmiş olacağı inancı herkesi hayrete düşürmeye yeter. Bununla beraber, eğer herhangi bir organın geçirmiş olduğu ve her biri, sahibi için faydalılık arz eden uzun merhaleler silsilesini bildiğimiz takdirde, bu organın tabii seleksiyon yoluyla, akla gelebilecek herhangi bir mükemmellik derecesine ulaşabilmesi de imkânsız olmaktan çıkar... Mesela balığın hava kesesi, besbelli ki (kara hayvanlarında) hava teneffüs eden akciğerler haline çevrilmiştir. Bu organın 'bir ara çok farklı iki fonksiyonu birden icra etmesi, sonra bir tanesinde ihtisaslaşması; ve birbirinden çok farklı iki ayrı organın aynı zamanda aynı fonksiyonu yerine getirmesi ve bunlardan birinin mükemmelleşirken diğerinden yardım görmesi, geçiş devrelerini çok kere kolaylaştırmış olmalıdır. (A.g.e., s. 231-2)

Bir organın kendiliğinden bir başka organa değişivermesini Darwin ne kadar kolaylıkla izah ettiğini sanmaktadır! Bugünkü bilgimiz ise ise aynı kolaylığı, Darwin'in izahının geçersizliğini ve hatta gülünçlüğünü ortaya koymakta bize vermektedir. Benzinle işleyen bir araba motorunun bir seri kazalar sonucu tüp gazla işlemeye başlayacağına, ve bu geçiş devrelerinde arabanın hem tüp gazı, hem de benzini bir tedbir mahiyetinde bir arada kullanacağına, «gözüyle görse» inanmayan insan, canlı vücutlarının denizden karaya çıkışı hakkında anlatılan hikâyelere inanmak için de bir sebep bulamaz. «İlim adına ortaya atılıyor» diye birtakım asılsız iddiaları muhakemesizce kabullenivermekte manâ yoktur. Biraz bilgi ve biraz düşünce ile evrim teorisinin çizdiği tablonun ne kadar üstün bir şuur ve dehâya ihtiyacı olduğunu görebiliriz. 

Her şeyden önce canlının solunum sisteminin böyle bir değişikliğe maruz kalabilmesi için bir hedef tayin edilmiş olması, «sudan karaya çıkma» kararının verilmesi lâzımdır. Bu kararı veren kim? Canlının kendisi mi? Vücudundaki moleküller mi? Su mu? Hava mı? 

Sonra bu hedefe müteveccih olarak atılacak adımların tespit edilmesi, bütün vücut sistemlerini kapsayan ve son derece teferruatlı bir planın yapılması gerekir. Bu planı yapacak olan kim? Canlı mı, vücut zerreleri mi, su mu, hava mı? 

Arkasından, hedefe adım adım yaklaşırken meydana gelebilecek aksaklıkları bilmek, göz önüne almak, tedbirlerini düşünmek ve bu tedbirleri, ana harekâtı sekteye uğratmayacak bir şekilde plana alma zarureti vardır. Darwin'in yukarıya aldığımız sözlerinde bu tedbirler, «bir organın geçici olarak iki fonksiyonu birden yapması veya iki organın aynı fonksiyonu geçici olarak icra ederek bunlardan birinin, diğerinin gelişmesine yardım etmesi» şeklinde ifade edilmiştir. Yine soralım : Kim bu aksaklıkları vaktinden önce görüp tedbirini düşünecek ve organlar arasında işbirliğini sağlayacak? Meseleyi «organların kendiliklerinden birbirine yardım etmesi» şeklinde izah etmeye kalkmak cinnetten başka bir şey değildir. 

Daha sonra planı tatbik safhası gelir. Evrimcilere göre bu iş, genetik kodlarda meydana gelen milyonlarca kazanın birbirini takip etmesiyle olmaktadır. Nedense bu kazalar hep «âdeta planlanmışçasına» cereyan eder ve bir kaza, kendisinden bir önceki kazanın sebep olduğu «ilerlemeyi», bir adım daha ileri götürecek ve hedefe biraz daha yaklaştıracak şekilde cereyan eder de böylece canlı, «her saat bütün dünyayı sessizce ve fark ettirmeden taramakta olan» tabiî seleksiyonun hışmından korunur ! Ve sonunda, üç tekerlekli bir çocuk bisikletinin kazalar neticesi fantom uçağına dönüşmesi gibi bir mucize ortaya çıkar! (Konuyu fazla vulgarize ettiğimiz sanılmasın; bisikletin uçak olacağına inanmak, balığın zamanla ve tesadüfen kuş haline geleceğine inanmaktan çok daha kolaydır!) 

Tesadüfün genetik kodlarla rasgele oynaması sırasında felâketlere yol açmaması da gariptir. Bunu da yine Darwin ve çağdaşlarının bilgisizliğine, fakat ondan sonra gelenlerin ancak inat ve taassubuna bağlayabiliriz. Zira genetik kodların işleyişi hakkında bugün bilinenler, tesadüfün bu işe karışmaya kalkmasının hiç şaka kaldırır yanı olmadığını göstermektedir. Bugün tesadüf değil, fakat insan zekâsı, «genetik mühendislik» adı verilen yoğun çalışmalarla, genetik bilgilere nüfuz etmenin ve bu yolla bazı hastalıkları tedavi etmenin çarelerini bulmaya çalışmaktadır. ABD'nin California eyaletindeki Stanford Üniversitesinde bu çalışmaları yürüten ekibin lideri Paul Berg ise, çalışmalarına «genetik mühendislik» adı verilmesine bile karşı olduğunu söylemektedir. Zira, Berg'in ifadesiyle, «insan irsiyeti hakkındaki cehaletimiz, böyle bir şeyi hayal etmemize bile imkân vermeyecek kadar büyüktür.» Paul Berg bu konudaki çalışmaların çok tehlikeli olduğuna da işaret ederek, kaza ile yeni bir virüsün ortaya çıkmasına sebebiyet vermemizin bile ihtimal dahilinde olduğunu söylemekte, aynı sahada araştırmalar yapan bazı dikkatsiz meslektaşlarını kınamaktadır. (Nigel Calder, The Life Game, s. 172-3.)

İnsan zekâsının bunca gayretlerine rağmen çözemediği sırları, tesadüfün çözerek pek mükemmel şekilde işletebildiği iddiasını «bilimsellik» etiketi yapıştırarak bir kutsal inek haline getirmek ve böylece onu tenkitlerden korumak imkânsızdır. Fakat Darwin'den yüz sene sonra evrimciler halâ bu «imkânsızı» mümkün hale getirmeye çabalamaktan yorulmuş değillerdir. Yukarıdaki genetik kodlarla ilgili ikazları, evrimci görüş açısından yazılmış bir kitaptan aldık! Aynı kitabın bir başka sayfasına daha göz atalım : 

Siz, itinalı ve ayrıntılı elektronik aletlerle donatılmış, pırıl pırıl bir jet uçağını inceliyorken, birisi size, bu makinenin yer altındaki alüminyum, demir ve petrolün kendiliğinden meydana çıkarak bir araya gelmesiyle teşekkül ettiğini söylese kolay kolay inanmazsınız. Halbuki ondan çok daha fazla kompleks makineler olan canlı vücutları aynen böyle bir işlemin sonucudur, Sadece kimyevi malzemeler değişiktir : kar bon, azot, su gibi... (A.g.e., s. 30-1.)

Türlerin Menşeini yazarken, Darwin işi bu kadar ileri götürecek kadar cesarete sahip değildi. (Hatırlarsak, evrim teorisini ortaya koymak cesaretini de Darwin çevresindeki bazı kişilerden gelen teşviklerden almıştı.) Darwin bu kitabında «Sadece tesadüf, aynı sınıfın türleri ve aynı türden gruplar arasındaki bu kadar çok değişmeleri hiçbir zaman izah edemez»(Charles Darwin, The Origin of Specles, s. 155.) diyordu. Bu değişiklikleri izah etmek için yine de bir yaratıcıya ihtiyaç vardı. Bu yüzden Darwin, kendisini bir tanrı icat etmek mecburiyetiyle karşı karşıya buldu ve bunun adını «tabii seleksiyon» koydu. Darwin'in tabii seleksiyonu ne kadar üstün bir akıl ve şuura sahip bir varlık olarak tarif ettiğini daha önce kendi beyanlarından takip ettik... 

Fakat tabii seleksiyon da yaratıcısız yapamayınca, bu putun mucidi, döndü, dolaştı, sonunda yine tesadüfperestlikte karar kıldı ve işi, «Kapı menteşesi insanın, canlı mafsalı tesadüfün eseri»(Francis Darwin (Ed.), The Autobiography of Charles Darwin and Selected Letters, s.63) demeye kadar vardırdı. 1876 yılında yazdığı bir mektupta Darwin bu gelişmeyi kendisi özetliyor ve sonunda kendi hakkındaki hükmünü veriyor : 

Allah'ın varlığı hakkında gösterilen bir başka delik de, içinde, çok uzak geçmişe ve geleceğe bakma kabiliyetine sahip insanı da barındıran bu sınırsız ve harikulade kainatın kör tesadüf ve zaruretlerin eseri olamayacağıdır. Bu şekilde düşündüğüm zamanlar bir derece insanınkine benzeyen bir zekâya sahip bir «ilk sebep» aramak zorunda kalıyorum. Hatırlayabildiğim kadarıyla, «Türlerin Menşeini yazdığım sıralarda bu kanaat bende kuvvetliydi; fakat o zamandan beri birçok sarsıntılara uğradı ve tedricen zayıfladı. Yine de şüphe etmekten kendimi alamıyorum : en aşağılık hayvanın zekâsından gelişmiş olduğuna bütün varlığımla inandığım insan zekasının vardığı böyle büyük neticelere güvenilebilir mi? (Francis Darwin (Ed.), The Autoblography of Charles Darwin and Selected Letters, s. 66.) 

Darwin'den bu yana evrim teorisi çok aşamalar almış gözükürse de yapılan iş, aslında ilmin kat ettiği aşamalara karşılık yeni hikâyeler icat etmek veya eskileri rötuşa tabi tutmaktan ibaret kalmıştır. Tesadüfperestlikte ise bugünün evrimcileri, halâ Darwin'in «canlı mafsalı» benzetmesine yaldız vurmakla meşguldürler. İşte, tesadüfün kendisini de tesadüfle izah eden bir başka cinnet numunesi : 

Canlıların tesadüf ve çevre ile baş edebilmek için geliştirdikleri stratejiler de yine bizzat tesadüfün ve çevrenin mahsulüdür. Bu suretledir ki tabii seleksiyon maksatsız hadiselerden maksatlı çehreler çıkarmaya ve hayat içindeki rollerine gûya planlanmışçasına intibak eden kompleks organlar ve türler meydana getirmeye muvaffak olmuştur. Fakat organlar ve türler, bazen ilk görevlerinin sınırlarını da aşabilmişlerdir. Bir yüzgeç kol olabilmiş, kol ise kanat veya bir sanatkar eli şeklini alabilmiştir. Bir sinir sistemi konuşan, araştıran, sevinç ve pişmanlık duyan bir beyin olabilmiştir. Hem de bütün bunlar maksatlı şekilde meydana gelmiş ve böylece başı boş oyun [hayat], esrarengiz bir neticeye ulaşmıştır. 

(Nigel Calder, The Life Game, s.175)

Bu misallerden sonra, sanırız, evrim iddialarının akıllı insan işi olmadığını göstermek için başkaca delil ortaya koymaya ihtiyaç yoktur. Ne var ki, zamanımızda, «bilimsel» etiketi yapıştırmakla her şeyin ve hatta akılsızlığın dahi ayıbını örttüklerini sananlar yok değildir. Onlar da hallerinden razı olduktan sonra elden ne gelir? 

"Bırak onları, daldıkları oyunla oynaya dursunlar: kendilerine vaad olunan güne kavuşuncaya kadar!" Mearic Suresi, 42.ayet

  <<< Önceki Sayfa <<<

Twitter Hesabımız: https://twitter.com/EvrimEvirim
Archive.Org Hesabımız: https://archive.org/details/@darwin_ve_evrim_teorisi
Facebook Sayfamız: https://www.facebook.com/Charles.Darwin.ve.Evrim.Teorisi
Reddit : https://www.reddit.com/r/Darwin_Evrim_Teorisi/