Hücre: Evrimin Erişemediği Alemler
Canlı vücudunun başlıca yapı taşı hücredir. Bu itibarla hücrenin meydana gelişini açıklayamayan bir teorinin, dünya üzerindeki canlıların ortaya çıkışı hakkında bir izah getirmesi mümkün değildir.
Darwin için hücrenin evrimini izah etmek ciddi bir problem teşkil etmemişti. Daha doğrusu, Darwin ve çağdaşlarının, hücreyi fevkalade önem atfedilecek bir varlık olarak kabul etmedikleri aşikardır. Daha yirminci yüzyılın başlarına kadar hücre, bir çekirdekle onun etrafını kaplayan, dışı zarla çevrili bir damla su olarak telakki ediliyordu. Bununla beraber, bu bir damla mayide birçok kimyevî faaliyetlerin cereyan ettiği bilinmekte idi. Bizzat Darwin hatıralarında, mikroskop altında seyrettiği hücre protoplazmasının harikulâde görünüşünden söz etmektedir. Fakat Darwin'i cezbeden, nihayet hücre protoplazmasının görünüşünden ibaretti. Protoplazmanın ve çekirdeğin içindeki binlerce muhteşem cihazı, bugün milyonlarca defa büyütebilen elektron mikroskopları altında tek tek sayabiliyor, hatta yapı ve işleyişlerini inceleyebiliyoruz. Buna rağmen hücre hakkında hâlâ öğrenmeye çalıştığımız şeyler, bildiklerimizden çok daha fazladır.
Fakat Darwin'in zamanına nisbetle hiç değilse bir şeyi iyice öğrenmiş olduğumuzda şüphe yoktur : hücrenin, sırları bir çırpıda gözler önüne seriliverecek basit bir varlık olmadığı...
Hücrelerimizin bizi hayrete düşüren özellikleri ve faaliyetleri hakkında ciltlerle kitap yazılabilir ve yazılmıştır. Burada bir iki misale kısaca işaret edip geçelim.
Siz bu satırları okurken, yüz bin milyar minik elektrik motorları, durup dinlenmek bilmeksizin vücudunuzdaki faaliyetlerine devam ediyorlar. Bunlar, hücrelerde vücut için gerekli enerjiyi temin eden enerji santralleri, mitokondriumlardır. Pek çok makinenin küçültüldüğü bir zamanda yaşıyoruz. Hap kadar piller, not defteri büyüklüğünde hesap makineleri her tarafta bulunuyor. Hücrelerimizin, mitokondrium adlı enerji santrallerinin büyüklüğüne gelince, iki santimlik bir çizgiye 5 binden fazla mitokondrium, uzunlamasına dizilebilir.
Gözümüzdeki bir hücre zayıf bir ışığı dışarıdan alır, onu elektrik sinyaline çevirir ve değerlendirme ve komuta merkezi olan beynimize gönderir. Görme hadisesi, bu sinyallerden kâfi derecede bir miktarın gönderilmesiyle meydana gelmektedir. Mütemadiyen faaliyet halinde bulunan 250 milyon göz hücresinin elektrik sarfiyatı da az sayılmaz. Bu elektriği üreten santraller ise ihtiyacı karşılayacak şekilde ve miktarda hücrelere yerleştirilmiştir. Her bir hücrede yüzlerce, hatta binlerce mitokondrium bulunur. Bunlar hammadde olarak şekeri yakar, elektrik üretir ve artık madde olarak su ve karbon 'dioksit bırakırlar. Bu artık maddeler de mükemmel bir sistemle hücrelerden toplanır ve dışarı atılır; hücrenin hiçbir zaman bir çöp yığını haline gelmesine müsaade edilmez.
Mitokondriumun kendisi de basit bir cihaz değildir. Her bir mitokondriumun içinde 15 bin kimyevi çalışma bölümü (enzim) vardır. Okumak, çalışmak, nefes almak, konuşmak, hatta rüya görmek için dahi gerekli olan enerji bu bölümlerde üretilir. (Enzimlere bir sonraki bölümde geleceğiz.)
Bu kadar kompleksliğine ve fevkalâdeliğine rağmen mitokondrium, hücrenin en mükemmel cihazı değildir. Hücre çekirdeğindeki DNA moleküllerinde, düşünme melekesini yitirmemiş olanları hayretten hayrete düşürecek mucizeler bulmak mümkündür. Nitekim DNA molekülünün yapısının keşfi, biyoloji tarihinin en büyük hadisesi olarak addedilmektedir.
İnsan hücresindeki binlerce DNA molekülünden her birinin boyu, insanın kendi boyundan daha fazladır. Bir insan vücudundaki bütün DNA moleküllerini çözerek uzunlamasına arka arkaya dizsek, dünya ile güneş arasında bu moleküllerle 400 defadan fazla mekik dokuyabiliriz. Fakat katlanma, kıvrılma ve bükülme yoluyla DNA molekülleri çok küçük bir hacme sığdırılarak binlercesi bir hücre içine yerleştirilmektedir.
Göz renginden saçına, parmak izinden sesine kadar, gelişmiş bir insan vücudu için gerekli bütün bilgiler, DNA moleküllerinde, tıpkı bir elektronik beyne bilgi kaydeder gibi kodlanmıştır. Aynı durum, bütün canlı varlıklar için bahis konusudur. Bir gülün şekli ve rengi, bir bülbülün tüyünden sesine kadar her türlü özelliği her bir hücresinin içindeki DNA moleküllerinde bilgi olarak mevcuttur. Bu yüzden, meselâ parmak ucumuzdaki bir hücreden tıpatıp bir nüshamızın daha çıkarılması, yani «yeniden yaratılmamız» mümkündür.
O kendi yaratılışını unuttu da Bize bir misal getirdi: «Çürümüş kemiklere kim tekrar can verecek?» dedi. De ki, onu kim ilk önce yaratmışsa O can verecek. Şüphesiz O, her yaratmayı hakkıyla bilendir. ( Yasin Suresi, 78:9)
Zamanımız hücre âlimleri insan vücudundaki bir tek hücrede bulunan DNA moleküllerini, «her cildi 20 bin sayfa ihtiva eden 46 ciltlik bir dev ansiklopediye» benzetmektedirler. İnsan vücudunun kalbi, beyni, karaciğeri, midesi, salgı bezleri ile, hülâsa en ince teferruatına kadar tamamının modeli, bu dev ansiklopedide Kader kalemiyle yazılmıştır. Bugün dünyanın en büyük ansiklopedisi olarak kabul edilen Encyclopedia Britannica'nın en son (1978) baskısının tamamı 40 bin sayfadan azdır. Ve bu ansiklopedide okuyucu, hemen her ilim sahasında kendisine lâzım olan bilgiyi ana hatlarıyla bulabilmektedir. Sadece bir hücremizde bulunan DNA molekülleri ise, bizim kendi vücudumuz ile ilgili olarak, yaklaşık 1 milyon büyük ansiklopedi sayfasını dolduracak bilgiyi ihtiva eder. Bu bilgilerin rastgele, tesadüfler sonucu veya kendi kendine DNA moleküllerine kodlanmış olması, Britannica Ansiklopedisinin kendi kendine vücut bulmasından çok daha uzak bir ihtimaldir.
Vücudumuzla ilgili bütün bilgileri ihtiva etmesi sebebiyle âlimler, DNA üzerindeki çalışmaların tıpta büyük inkılaplar meydana getireceği inancındadırlar. Meselå birçok irsi hastalıkların ve kanserin, DNA molekülleri üzerinde yapılabileceği tasavvur olunan «operasyonlarla» önlenebileceği ihtimali üzerinde durulmaktadır. İstikbalin neler sakladığını bilemeyiz, fakat bu hayallerin gerçekleşmesi için bugünkünden çok daha fazla bilgi ve maharete sahip olmamız gerektiği aşikârdır. Nasıl bir gazino kavgasında bir adamın karnına saplanan bıçak mahir bir operatörün neşteriyle aynı tesiri icra etmiyorsa, DNA gibi muhteşem bir kompüterle rasgele ve bilgisizce oynamak da deva değil, ancak dert getirecek bir kumardan başka birşey değildir. Nitekim radyoaktivite adını verdiğimiz hadisenin en tehlikeli yönlerinden birisi de burada yatmaktadır. Radyoaktivite olayında neşredilen «alfa parçacıkları» adlı atom partiküllerinin insan vücuduna girmesi ve DNA moleküllerine rastlaması halinde bu moleküllerde değişikliklere yol açabildiği ve bunun da vücudun müdafaa sisteminde menfi tesirler icra ederek kanser gibi hastalıklara sebebiyet verdiği bilinmektedir. Fakat evrim teorisinin müdafileri, bu moleküllerin şuursuz tesirlerle rastgele değişikliklere uğraması sonucu bugün yeryüzünü şenlendiren milyonlarca tür canlıların vücut bulabildiğini hala hicap duymaksızın iddia edebilmektedirler!
Bununla beraber evrimcilerin bütün yapabildiği, bu iddiayı sadece gelişigüzel ortaya atmaktan ibarettir. Hücrelerdeki genetik şifrelerin nasıl vücuda geldiğini ve nasıl değişikliğe uğradığını evrimcilerden sormaya kalkmayın, cevap alamazsınız. Evrimin ve tesadüfçülüğün zamanımızdaki en büyük şampiyonu, Rus bilgini A.I. Oparin dahi bu konuda «Organik kimya kanunları, canlı hücrelerde yüksek seviyede cereyan eden hadiseleri izah edemez»(A.I. Oparin, Origin of Life, s.137) demekten kendisini alamıyor. Yine aynı tesadüfperest bilgin, hücrenin ortaya çıkışını da evrimin izah edemediğini itiraf ederek şöyle diyor :
Maalesef hücrenin meydana gelişi, evrim teorisinin bütünü içinde en karanlık noktayı teşkil etmektedir. (A.g.e., s.196)
Evrimciler bu karanlık noktada kör tesadüfün ne harikalar yapmış olabileceğini (!) araştıra dursunlar, biz hücreler arasındaki organizasyona da kısaca bir işarette bulunalım. Müstakil olarak her bir hücreyi, yüksek surlarla çevrilmiş büyük bir şehre benzetebiliriz. Bu şehirde her türlü belediye ve idare hizmetleri, bir an aksamaksızın mükemmel şekilde yürütülmektedir. Yüzlerce kuvvet ve enerji santralleri, nakliye ve ulaştırma sistemleri, kumanda odaları, haberleşme şebekeleri, hammadde ve yiyecek dağıtımı, çöp ve atık temizleme teşkilâtları birbirini aksatmadan ve birbirine mani olmadan, bilâkis birbirinin işini görecek ve kolaylaştıracak şekilde faaliyetlerine devam ederken, şehrin giriş-çıkışları da dikkatli ve sürekli bir kontrol altındadır : içeri girmesi gerekenlere kapılar açılır, istenmeyenler ve yabancılar yol bulamaz.
Ancak hücre, hiçbir zaman dış dünyadan tecrid edilmiş bir şehir manzarası da arz etmez. Bir organizmanın bir köşesindeki hücre, bir başka köşedeki hücre ile de alâkadardır. Hatta vücudun bir yerinde kullanılacak hücre, o yerle hiç ilgisi bulunmayan bir başka bölgede imal edilip gereken yere hiç şaşmaksızın sevk edilebilir. Meselâ kemik içindeki ilik, akyuvar veya alyuvar imal eden ana hücreler ihtiva etmektedir. Bir akciğer hücresi, gözümüzdeki bir hücrenin ihtiyacını karşılayacak şekilde çalışmaktadır. Misaller sonsuza kadar uzatılabilir. Kısacası vücudumuzdaki 60 bin milyar hücre kendi içlerinde mükemmel bir sistem teşkil ettikleri gibi, bir arada muhteşem bir cemiyet hayatı yaşamakta ve sosyal münasebetlerin en göz kamaştırıcı örneklerini vermektedir. İnsanların binlerce yıllık medeniyetlerinin mahsulü olarak kurulan ve milyonlarca insan zekâsinın neticesi olan devletler bile bugün istenen şekilde işleyemezken, sadece tesadüflerin bir canlı vücudunda kusursuz bir cemiyet teşkil edebileceklerini düşünebilmek için, insanın önce aklını bir yana atması gerekir !
Archive.Org Hesabımız: https://archive.org/details/@darwin_ve_evrim_teorisi
Facebook Sayfamız: https://www.facebook.com/Charles.Darwin.ve.Evrim.Teorisi
Reddit : https://www.reddit.com/r/Darwin_Evrim_Teorisi/