Tesadüf ve Tabii (Doğal) Seleksiyon
Evrim Teorisinin İki Temel Taşı
Evrim teorisi bütünüyle tesadüf esasına dayanır. Bazıları bu teori ile dini inançlar arasında uzlaşma noktaları bulmak için ne kadar gayret gösterirlerse göstersinler, teorinin sahibi Charles Darwin, kâinatın ve hayatın tesadüften ibaret olduğunu ve evrimin de tamamen tesadüfler neticesi meydana geldiğini açıkça iddia etmektedir. 1879 yılında bir Alman öğrenciye cevaben yazdığı bir mektuptan aldığımız şu ifade, Darwin'in herşeyi tesadüfle izah etmeye çabalarken içine düştüğü mantık perişanlığını göstermesi bakımından fevkalåde ilgi çekicidir:
Midye benzeri kabuklu hayvanlar, kabuklarının muayyen fasılalarla açılıp kapanmasını sağlayan otomatik kaslara sahiptirler. Elastik yapıdaki bu kaslar zaman zaman ihtiyaç anlarında kasılmak suretiyle kasları kapatırlar, gevşeyerek de açarlar. Basit bir kapı menteşesi dahi kendi kendine meydana gelemezken, ondan çok daha harika bir yapı ve sanata sahip olan midye kaslarının tesadüfen veya kendiliğinden ortaya çıktığını iddia etmek cinnetten başka birşey değildir.
Darwin'in bu iddiasına, bizzat kendi ifadesinden daha veciz bir cevap bulabilmek kolay olmasa gerek! Kaba bir kapı menteşesinin bir usta elinden çıktığını ilan ettikten sonra, harikulade olarak vasıflandırdığı bir canlı mafsalının tesadüften ibaret olduğunu söyleyerek iddiasını ispat ediyorum zannıyla bir çürütüveren bir başka kimseye, ilim dünyasında rastlamak da zordur: tıpkı "Bir bekçi kulübesini elbette bir usta yapmıştır, ama Süleymaniye gibi muhteşem bir eser için aynı şeyi söyleyemeyiz" diyebilecek bir kimseye akıllı adamlar arasında rastlayamadığımız gibi...
Darwin'in herşeyi bu kadar kolaylıkla tesadüfe bağlamasında rol oynayan sebeplerin arasında, mantık perişanlığı kadar matematik bilmeyişini de saymak gerekir. Bu konudaki cehaletini Charles Darwin, kayda değer bir açık yüreklilikle itiraf etmekte ve şöyle demektedir:
Uzun boylu ve tamamen mücerret bir şekilde düşünebilme kabiliyetim hayli sınırlıdır. Bu yüzden metafizik ve matematikte hiçbir zaman muvaffak olamadım. (A.g.o., s. 55)
Ancak burada, mücerret düşünce kabiliyeti kadar, Darwin'in açık yürekliliğinin de sınırlı kaldığını müşahede ediyoruz. Eğer bu konuda bir adım daha ileri gidebilseydi, hiç şüphesiz, Darwin matematikte muvaffak olamamış bir kimsenin kâinatı tesadüf eseri ilan etmeye hakkı olmadığını da sözlerine ekleyebilirdi.
Maamafih, kåinatta tesadüfe yer bulunmadığını görebilmek için ne fazla gelişmiş bir mücerret düşünce kabiliyetine ihtiyaç vardır, ne de çok derin bir matematik bilgisine... Basit birkaç hesap, Darwin'in büyük bir rahatlıkla savunabildiği tesadüf iddiasının çürüklüğünü ortaya koymaya yeter de artar bile. İlerideki bölümlerde tesadüf hesaplarına tafsilâtıyla gireceğiz. Burada bir-iki misal verelim.
Bir canlı vücudunun trilyonlarca hücreye sahip fevkalâde kompleks yapısını değil, sadece l'den 10'a kadar rakamların sıralanışını ele alacağız. Bu rakamları birer karton parçasına yazarak bir torba içine atalım. Torbayı karıştırarak çekeceğimiz ilk rakamın 1 olma ihtimali, 10'da birdir. 1 ve 2 rakamlarını ard arda çekme ihtimali ise 100'de birden ibarettir (10 X 10 = 100). 1, 2 ve 3 rakamlarını ise, ancak binde bir ihtimalle arka arkaya çekebiliriz (10 X 10 X 10 = 1000). 1'den 10'a kadar bütün rakamları sırasıyla çekme ihtimalini hesaplamamız için ise, 10 rakamının 10'uncu kuvvetini almamız gerekir ki, bu takdirde karşımıza 10 milyar gibi fevkalåde büyük bir rakam çıkar ! Torbadan rakam çekme işlemini beş saniyede bir muntazaman tekrarladığımızı farz etsek, 1500 sene, geceli gündüzlü tombala çekmek suretiyle bu rakamları peş peşe doğru bir şekilde sıralayabilme ihtimalimiz vardır!
Gelelim evrim teorisine : bu teorinin, sadece harflerle bir kâğıt üzerine tesadüfen yazılabilmesi dahi Darwin'i matematiğe karşı ilgisiz kalmaktan pişman edecek kadar «imkânsız» bir ihtimaldir. Torbayı, A'dan Z'ye kadar bütün harflerin yazıldığı kartonlarla dolduralım. Veya, üzerinde sadece alfabenin 29 harfi bulunan (rakamlar ve işaretler haric) bir daktiloya, evrim teorisinin gözde mahluklarından bir maymunu oturtup ona, «evrim teorisi» ibaresinin tesadüfen yazılabilmesi ihtimali kaçta birdir?
«Evrim teorisi» ibaresinde 12 harf bulunduğuna ve alfabe 29 harften meydana geldiğine göre, bu rakamı bulabilmek için 29'un 12'nci kuvvetini bulmamız, yani 29 rakamını, 12 defa kendisiyle çarpmamız gerekir. Çıkacak neticeyi yazmak için, 3 rakamının arkasına 17 tane sıfır koymak gerekecektir. Bu, aşağı yukarı käinatın yaratılışından bu yana geçen saniyelerin sayısına denk düşer. Demek ki, 15 milyar senedir aralıksız her saniye daktilo tuşlarına vurmakta olan bir maymun düşünsek, bu maymunun «evrim teorisi» ibaresini şimdiye kadar tesadüfen yazıvermiş olması ancak bir ihtimaldir.
Fakat Darwin ve bir asırdır onun arkasından gidenler, bu kadar basit bir işlemin değil, her biri bir ålem olan yüz binlerce tür canlının, kısa bir zamanda dünya üzerinde en mükemmel şekilde tesadüfen vücut buluverdiğini iddia edebilmekte ve böyle bir iddiaya «bilimsellik» kılıfı geçirmek suretiyle herşeyi hallettiklerini sanmaktadırlar. Bunu sadece matematik cehaletiyle izah etmek yetmez; işin içinde akıl almaz bir mantık sefaleti ve birtakım ard sebepler yatmaktadır. İleride daha teferruatlı olarak ele alacağımız bu bahsi şimdilik kapatıyoruz.
Dünya üzerinde yaşayan canlılar, aklı hayrete düşüren farklılıklar gösterir. Biyoloji âlimleri yeryüzünde! milyon civarında hayvan ve 300 bin kadar bitki türü tesbit etmişlerdir. Bugün yaşayan türlerin, bu tespit edilenlerin iki misli sayıda olduğu tahmin edilmektedir. Diğer taraftan, şimdi nesilleri kalmamış pek çok canlı türünün de evvelki çağlarda arz üzerinde yaşamış oldukları bilinmektedir; bunların bir kısmının fosilleri bulunabilmiştir.
Evrim teorisi, bu kadar canlının nasıl ortaya çıktığı sorusunu «tesadüf» şeklinde cevaplandırırken, canlıların bugün mevcut olan türlere taksim edilişini de «tabii ayıklama» ile izah etmeye çalışmaktadır. Darwin'e göre canlılarda rastgele, şansa ve tesadüfe bağlı olarak meydana gelen değişmeler değişik canlı türlerinin ortaya çıkmasını netice vermiş; bu değişik canlı türleri arasındaki hayat kavgasında ise kuvvetli olanlar hayatlarını devam ettirip özelliklerini irsiyet yoluyla sonraki nesillere intikal ettirmişler, zayıf ve dayanıksız olanlar ise tabiî seleksiyon sonucu yok olup gitmişlerdir. Burada da evrimin son derece zayıf bir noktası, iddianın bizzat kendisinde göze çarpmaktadır. Zira tabii seleksiyon açısından bakılırsa, geçmişte, bugünküyle kıyaslanamayacak derecede çok canlı türlerinin bulunması ve ayıklama yoluyla, bu sayının günümüzdeki gibi milyonlara «indirilmiş» olması gerekir. Oysa bugünkü sayısıyla olsun türlerin tesadüfen meydana gelmiş olmasını, milyar kere milyar kere milyar muhali kabul etme şartıyla dahi izah etmek mümkün değildir. Bu sayıyı geçmişe doğru akıl almaz ölçülerde büyütmeye kalkmak ise, teoriyi çürütmek için güzel bir yol olarak düşünülebilir-ispat etmek için asla!
Kaldı ki, tabiî ayıklama adı verilen cansız ve şuursuz bir mefhumun, iyiyi bırakıp kötüyü ayıklamak şeklinde işleyerek canlıların kaderi üzerinde söz sahibi olduğu iddiasına mesnet bulabilmek de mümkün değildir. Bakınız, Paris Üniversitesi Biyoloji Enstitüsünün müdürü Prof. Etiene Rabaud bu hususta ne diyor :
Darwin'in düşünceleri doğru çıkmıyor. Zira hayat kavgasında güçlülerin seçilip zayıfların ayıklanması diye bir durum yoktur. Mesela bahçe kertenkelesi, uzun dört ayağı ile hızlı koşar. Ayakları sayesinde çok çeviktir. Oysa, ayakları çok kısa, sanki sürünen, kendini zor taşıyan kertenkeleler de vardır. Hele bir kertenkeleden başka bir şey olmayan kör yılanın ayakları hiç yoktur. Bu üç kertenkele tipi, ayaklarına varıncaya kadar aynı vücut yapısına sahiptir. Aynı gıdayı alırlar. Aynı hayat şartları içinde, aynı ortamda yaşarlar. Bu hayvanlar çevrelerine uymuş olsalardı, organlarının bu derece birbirinden farklı olmaması gerekirdi. Bahçe kertenkelesi, ortam ve gıda şartları aynı olduğu halde, ötekileriyle karşılaştırılınca daha çok uygun durumdadır. Yaşamaya daha kabiliyetli gibi görünmektedir. Ötekileriyse, organlarının izin vermeyişine rağmen yok olup gitmemişlerdir, temizlenmeye uğramamıslardır. Daha üstün ve imtiyazlı durumda olan bahçe kertenkelesi gibi yaşamayı ve üremeyi sürdürmektedirler. Bu örnekte, iyilerin ortama, çevreye uyduğunu, kötülerin, istidatsızların ayıklandığını gösterecek hiç bir delil, hiç bir işaret yoktur.
Prof. Rabaud başka misallerle devam ediyor :
Dağ faresinin ön ayakları çok kısadır. Hayvancağız, ancak sıçrayarak hareket eder. Genellikle bu kısa ön ayakların sıçramaya uymasından, yani, sıçramalı yürüyüşten ötürü ön ayakların kısa kalmış ve arka ayakların uzamış ve güçlenmiş olmasından meydana geldiği söylenir. Bu çok rahatsız sıçrayışlı harekette ne bir fayda vardır, ne de hayvan bu hareketi isteyerek seçmiştir. Bu kısa ön ayaklar, đaha başlangıçta vardı ve hayvanın, arka ayakları üzerinde sıçrayarak yürümek- ten başka çare olmadığı için sıçrayarak hareket ettiğini kabul etmek daha doğru olmaz mı?
Uyma ve ayıklanma probleminde esas mesele şudur: Canlılar, hareket etmek zorunda oldukları için mi ayaklara sahiptirler ? Yoksa, ayakları olduğu için m! hareket etmek zorundadırlar ? Canlıların görmek için mi gözleri vardır ? Yoksa, gözleri olduğu için mi görmektedirler ?
Yeni araştırmalarda ev farelerinin kör olduğu anlaşılmıştır. Fareler, aydınlığı karanlıktan ayıracak ve şekilleri seçecek güçte değildirler. Buna rağmen, yıldırım hızıyla kaçarlar ve bütün engelleri aşarlar. Bütün yıkıcılıklarını gözleriyle değil, başka sinirleriyle yaparlar. Örümcekler ve bir çok eklemli hayvanlar da böyledir.
Bir vernikle gözlerini kapattığım bir örümceğin ağa düşen sinekleri gözleri kapatılmamış örümceklerin ustalığı ve çevikliğiyle avladığını gördüm.
Birçok böcekler, çok güzel, süslü ve geniş kanatları olduğu halde uçamazlar. Birçok kanatlı hayvanlar da bu böcekler gibidir. Bir kısım kurbağaların ciğerleri olduğu halde, yalnız derileri aracılığı ile nefes alırlar. Ciğerleri olmadığı zaman kurbağanın nefes alma güçlüğü çekmediği görülür. Ciğerleri olmayan bir kısım kurbağalar, güzelce yaşamakta ve nefes almaktadırlar.
Bu örnekler açıkça gösteriyor ki, çeşitli organlar, canlıların belirli fonksiyonları yapabilmeleri için meydana gelmiş değil, aksine bunların önceden var olması, belirli hareketlerin ve işlerin yapılmasına bazen imkân vermiş, bazen de vermemiştir. Bu, şunu gösteriyor ki, organlar, canlıların hayat şartlarına uymalarından meydana gelmemiş, aksine gördüğümüz gibi, hayat şartları bu organların önceden var olmuş olmasından ve organların fonksiyonlarından doğmuştur.
Kaynak: Prof. Etiene Rabaud "Fenalar mı, Yoksa İyiler mi Kalıyor?" - Bilim ve Teknik (Haziran 1978), s.43-4.
Prof. Rabaud «Canlılar dünyasında tekâmül vardır, ancak bu Lamarckizmin ve Darwinizmin anladığı manâda bir tekâmül değildir» demektedir.
Türkiye'den bir ilim adamı, Prof. Dr. Ayhan Songar da tekâmül hadisesini, «Dünyamız hazırlandıkça yeni yeni canlı cinsleri yaratılmış, her gelen nesil, her yaratılan tür, kendinden sonrakilerin yaşaması için lüzumlu vazifesini yapmış, işi bitince de bu dünyadan kaybolup gitmiştir» şeklinde açıklamaktadır. (Kaynak: Dr. Ayhan Songar, Enerji ve Hayat, s.37)
Eğer hadiseyi bu açıdan ele almaz ve dünyayı bir sanat sergisi halinde inşa ederek her mevsim, her yıl, her çağ ayrı ayrı eserlerini orada sergileyen bir Sanatkârın varlığına karşı gözlerimizi kaparsak, tesadüf ve tabii seleksiyon gibi mevhum ve şuursuz mefhumlara sığınmaktan başka elimizde çare kalmaz.
Yalnız çare değil, gökyüzüne hayatın kaynağı olan güneşi yerleştirip yeryüzünde hayatı yaratanın, gözümüz önüne ibretli ve muhteşem manzaraları serip yüzü- müze bunları görecek bir çift göz takanın tek bir Yaratıcı olduğunu muhakeme edip anlayacak akıl da kalmaz!
Archive.Org Hesabımız: https://archive.org/details/@darwin_ve_evrim_teorisi
Facebook Sayfamız: https://www.facebook.com/Charles.Darwin.ve.Evrim.Teorisi
Reddit : https://www.reddit.com/r/Darwin_Evrim_Teorisi/