Son Söz

Kâinat içinde insanın ne önemi vardır ? 

Bu suali, bugün okullarımızda okutulan kitaplarda aramaya kalkarsanız, alacağınız cevap büyük bir «hiç» olacaktır. Çünkü eğitim sistemimizin dayandığı evrim felsefesi insanı etiyle, kemiğiyle, midesiyle ölçer ; maddesinin işgal ettiği yere göre kıymet verir. Madde itibarıyla ise insanın kâinat içindeki yerini tespit etmeye imkân yoktur. 

Üzerinde yaşadığımız dünyanın 4,6 milyar senedir var olduğu hesaplanıyor. Bu kadar zamanı bir gün olarak kabul etsek, ilk insanın ortaya çıkışı günün en son saniyesinin içinde bir vakte rastlar. Bu son saniye içinde gelip geçen sayısız nesillerden şu anda yaşamakta olan milyarlarca insanın her birimiz sadece bir tanesiyiz. 

Dünyamızın da güneş sistemi içindeki yeri fazla önemsenecek kadar değildir. Bize 8 dakikada ulaşan güneş ışığı, dokuzuncu gezegen Pluton'a ancak 5,5 saatte varır. Bu demektir ki, Pluton'a ulaşmak için güneş ışığı, dünya ile güneş arasındaki mesafenin yaklaşık 40 misli yol kat etmek zorundadır. 

Güneş ışığına binerek saniyede 300 bin kilometre hızla seyahat ettiğimizi ve farz etsek, en yakın yıldıza (Alfa Centauri) varabilmemiz için güneş sistemi dışına çıktığımızı hiç durmaksızın 4 seneden fazla yol almamız gerekir. Aralarında aşağı yukarı bu kadar mesafe bulunan 200 milyar yıldızın teşkil ettiği bir memleket tasavvur edin; bu, içinde yaşadığımız Samanyolu galaksisidir. Işık hızıyla seyahatimize Samanyolunun bir ucundan başlasak, diğer ucuna varıncaya kadar 100 bin sene geçer ! Samanyolunun dışına çıkarsak, kapı komşumuz Andromeda galaksisine 2,2 milyon senede ancak ulaşabiliriz. 

Samanyolu ve Andromeda gibi, her biri milyarlarca, hatta yüz milyarlarca yıldız ihtiva eden 100 milyar galaksiyi hayalinizde canlandırabiliyorsanız, kâinatın büyüklüğü hakkında bir fikre varmış olursunuz. 

Böyle bir kâinat içinde, değil insanın, değil dünyanın, hatta güneşin yerini aramak bile Pasifik Okyanusunda bir balık yumurtasını aramak kadar zahmet ister. Her şeyi büyük madde ile ölçmeye meraklı olanların gözünde insan, koca kainatta bir toz zerresi bile etmeyen güneş sisteminin bir gezegeni üzerinde tesadüfen var olan ve yaşamaya çabalayan başıboş bir hayvancıktır ! Ömür itibarıyla da insanın nasibi fazla sayılmaz: her biri milyarlarca sene yaşayan yıldızlara karşılık insanın görüp göreceği ömür, ancak iki haneli rakamlarla ifade edilmektedir. 

Oysa insanı değerlendirirken, onun maddi büyüklüğün. den başka özelliklerini de dikkate almak gerekir. Manevi özellikleri bir yana, insanın yine maddi yapısı üzerinde--fakat bu defa büyüklük bakımından değil, sanat yönüyle--durursak, karşımıza kainatın en üstün varlığı çıkacaktır. Gelin, antika bir esere hurdacılar çarşısında kilo ile değer biçmeye kalkmayalım ve onun sanat değerini anlamaya çalışalım. İnsanın bütün vücudunda değil, sadece bir hücresinde, bir de kafasında neler saklı olduğuna burada kısaca bir göz atıverelim.

İnsanın bir tek hücresinde bulunan ve onun bütün özelliklerini kodlar halinde ihtiva eden 46 adet kromozomda saklı bilgileri 46 ciltlik bir ansiklopedi haline getirdiğimizi farz etsek, bu ciltlerden her birisinin hacmi 20 bin sayfayı aşacaktır ! Bu, insan vücudunun trilyonlarca hücresinden sadece bir tanesinde görülen hadsiz sanat eserlerinden yalnız bir tanesi... Bir de bütün olarak hücreyi, hücreler üzerine kurulan ve her biri ayrı özelliklere sahip olan dokuları, kasları, damarları, kemikleri düşünün... Bunların insan hayatını mümkün kılacak bir şekilde tanzim edilişini tasavvur etmeye çalışın... Sonra, insanın kafasına girin ve onu, diğer bütün canlılardan ayıran en önemli bir uzvu olan beynine göz atın... Bu beyin, topyekûn kâinattaki galaksi sayısını değil, yıldız sayısını değil, atom sayısını trilyonlarla dahi ifadesine imkân olmayacak kadar gerilerde bırakan kabiliyetlerle donatılmıştır. Bir beynin mesaj nakletme kapasitesi 210.000.000.000 olarak hesaplanır; kâinattaki atom sayısı ise 1079 civarında tahmin edilmektedir. 1079 un karşılığı, 2300 ün altındadır. İnsanı halâ Pasifik Okyanusunda bir balık yumurtası olarak düşünüyor musunuz ? 

Dahası var : insan, maddesindeki bu sanattan başka, kendisini bütün kâinatın üzerine çıkaran daha birçok özelliklerle teçhiz edilmiştir. Dünya üzerindeki canlı cansız mahlûkat onun emrindedir. Koca dünya onun evi, hayvanlar onun hizmetkârı, bitkiler evinin tezyinatı, güneş onun sobası ve lâmbası, ay onun kandili ve takvimidir. Yıldızlar. her gece onun semasında resmigeçit yapmakta, ona yolunu göstermekte; elektromanyetik ışınlar, milyarlarca ışık yılı ötelerden ona haberler ulaştırmaktadır. Bir yandan insanın bütün organ ve cihazları, dünyanın ve kâinatın her türlü nimetinden istifade edecek ve lezzet alacak bir surette yaratılırken, diğer yandan da bütün kâinat, onun istifadesine elverişli bir hal almıştır.

Kâinat içinde mana ve sanat itibarıyla böylesine önemli bir yeri bulunan insanın tesadüfen veya sebeplerin kendi kendilerine bir araya gelmeleri sonucu ortaya çıktığını, insan vücudu hakkında biraz bilgisi bulunan ve aklî muvazenesi yerinde olan hiç kimse iddia edemez. Şu birkaç sayfalık yazının, alfabedeki 29 harfin tesadüfen birleşmesiyle meydana gelebilmesi için kâinatın ömrü müsait değildir. İki sayfalık yazı bir yana, sadece 10 kelimelik bir ibareyi dahi, her biri bir daktilo başına oturtulmuş milyon kere milyon kere milyon maymundan bir tanesinin tesadüfen yazıvermesi için kâinatın ömrünün milyon kere milyon kere milyon misli kadar bir zaman beklemek gerektiği hesaplanmıştır. İnsanın 46 kromozomundaki 1 milyon sayfalık bilgiyi tesadüfle izah etmeye kalkmak ise hezeyandan başka bir şey değildir ! 

Hülâsa insanın, bir maksat ile ve bir hedefe müteveccihen yaratıldığı ve kâinatın en üstün mahlûku mertebesine lâyık görüldüğü aşikârdır. Lâkin yüksek mevkiler, sorumluluklarını da beraberinde getirir. Bir polis memuru ile İçişleri Bakanının memleket asayişindeki sorumluluğu bir olmadığı gibi, kâinatın en üstün ve en şerefli mahlûkunun da, elbette mevkiine münasip bir sorumluluğu bulunacaktır. Bu sorumluluğu kısaca, insanın kendisini Yaratanı tanıyıp Onun emir ve müsaadesi çerçevesinde hareket etmesi şeklinde tarif edebiliriz. Evrim teorisinin temelinde yatan, bu sorumluluktan kaçma arzusundan başka bir şey değildir. Fakat sorumluluktan kaçmakla insanın kazanacağı hiçbir şey yoktur; bilakis kâinat içindeki mümtaz mevkiinden fedakârlık etmek mecburiyetinde kalır. 

İmtihan dünyasında yaşıyoruz. Hiç şüphesiz herkes kendisine arzu ettiği mevkii seçer. Dileyen bu dünyada Kainat Sultanının aziz bir misafiri olarak yaşar, dileyen kâinatta bir toz zerresi kadar değeri olmayan bir varlık mertebesine kanaat gösterir. Kimsenin tercih hakkına ilişmek istemeyiz, fakat bu tercihin belli bir istikamette genç zihinlere zorla kabul ettirilmesi için devlet eliyle yürütülen sistemli gayretler karşısında sessiz kalmak da mümkün değildir. Radyosuyla, televizyonuyla, ders kitapları ve eğitim sistemiyle, devletin yeni yetişen nesillerde «başıboş bir hayvaniyet» şuurunu yerleştirmeye çalışmasını mazur gösterecek hangi sebep düşünülebilir ? 

Evrim teorisine ilmi bir hakikat kisvesi giydirebilmek için devlet okullarının içine sürüklendiği durum, üzüntü verici olmak bir yana, haysiyet kırıcıdır. Tıpkı Hitler'in, Mao'nun okullarında resmî devlet ideolojisinin yegâne ilmi gerçek olarak talebeye belletilmesi ve muhalif hiçbir görüşe hayat hakkı tanınmaması gibi, bizim okullarımızda da Darwin'in inançsızlığı resmî ideoloji olarak takip edilmektedir. Sorarız : Bir asırdır kendisine tutunacak dal arayan bir teorinin havariliği koca Türkiye Cumhuriyetine mi düşer ? Dinî inançlara karşı bağnazca yürütülen bir haçlı harekâtına taraftarlık etmek devletin işi midir ? 

Bugünkü eğitim sistemimiz üzerine istibdadını kurmuş bulunan «laik ilim» sevdasını, laik devlet mefhumu ile karıştırmamak gerekir. Laik devlet, din ile dinsizlik arasında veya muhtelif dinler arasında «tarafsız» devlettir. İlim ise din ile dinsizlik arasında tarafsız olamaz; ikisinden birinin safında yer almak zorundadır. Tarafsızlık bahanesiyle yaratılış mefhumunu zihinlerden silmeye çalışmak, doğrudan doğruya dinsizlik hesabına hareket etmektir ve bu da laik devlet mefhumuna tamamen ters düşen bir davranıştır. Öğretmenin veya ders kitabının «Kâinatı Allah yarattı» demesi ile, insanın en üstün mahlûk olduğunu söylemesi ile, kimsenin vicdanı baskı altına alınmış olmaz ; fakat tabiatın kör tesadüfle izah edilmeye çalışılması ile, milletimizin yüzde yüzünün inançlarına karşı mücadele bayrağı, hem de devlet eli ile açılmış olur. Bu mücadelenin meyvelerini şimdi milletçe topluyoruz. Genç dimağlardan silinen Allah korkusunun yeri, sokaklarda devriyeler dolaştırmak suretiyle kapatılmak istenmektedir. Yıllar boyu sistemli gayretlerle sorumluluklarından tecrit edilmeye ve «maymunlaştırılmaya» çalışılanlardan şimdi sorumluluk ve insanlık beklemeye kimin hakkı vardır ? 

İnsanca yaşamak istiyorsak, insana lâyık olduğu değeri vermek ve onu tekrar şerefli mevkiine yükseltmek zorundayız. Bir yandan insanı hayvan derekesine indirip diğer yandan «hümanizm» iddiasında bulunanların düştükleri hatayı mütemadiyen tekrarlamakla vakit kaybetmekte manâ yoktur. Bırakalım maymunculuk masalları on dokuzuncu asrın karanlıklarında kalsın; bırakalım insan olmanın sorumluluğunu taşımaya tahammülü olmayanlar diledikleri hayatı yaşasın; fakat devletin okullarına, millet ve memleketine faydalı birer «insan» olarak yetiştirilmek ümidiyle teslim edilen milyonlarca vatan evladına, her şeyden önce insan olduklarını ve kendilerini Yaratana, ana-babasına, devletine, vatanına, milletine ve insanlığa karşı sorumlulukları bulunduğunu hatırlatmaktan da geri kalmayalım... Coğrafyası veya edebiyatı zayıf olarak yetişmiş bir öğrencinin durumu ile sorumluluk hissi yok edilmiş bir öğrencinin durumu birbirine benzemez. Öğrenci, okulda hiçbir şey öğrenmeyip sadece insanlık ve kulluk şuurunu edinse, yine cemiyette kendisine münasip bir yer bulur ve dürüst bir vatandaş olarak hayatını kazanır, ağzının tadıyla yaşar. Fakat sorumluluk hislerinden tecrit edilmiş ve insaniyetinden uzaklaştırılmış bir kimse, dünyanın bütün ilimlerini yutmuş bir dâhi bile olsa, ondan memleketin ve insanlığın bekleyeceği fayda yoktur; böyleleri hayatı kendilerine ve başkalarına kolaylıkla zehir eder. Öyleyse devlet okullarının kendilerinden beklenen vazifeyi ifa edebilmesi için, eğitim sistemine temelden bir ıslahat getirmekten başka çare yoktur. Başka bir tabirle eğitim sistemimiz, evrimci zihniyetin her türlü kalıntısından temizlenmeli ve insana insan değeri veren bir mahiyet almalı; ders kitapları baştan sona bu görüş ışığında yeniden tanzim edilmelidir. 

Bu manada bir ıslahat devletin hem istikbal, hem de haysiyet meselesidir.

Ümit Şimşek

Twitter Hesabımız: https://twitter.com/EvrimEvirim
Archive.Org Hesabımız: https://archive.org/details/@darwin_ve_evrim_teorisi
Facebook Sayfamız: https://www.facebook.com/Charles.Darwin.ve.Evrim.Teorisi
Reddit : https://www.reddit.com/r/Darwin_Evrim_Teorisi/